Nasıl anlatalım size erkek egemenlerin sen daha doğmamışken
kurallarını koyduğu bir dünyaya kadın olarak doğmayı?
Erkek doğurmadığı için gelinin suçlandığı bir
ülkede kız olarak doğmana sevinebilecek bir ailen varsa ne kadar şanslı
olduğunu?
Birileri gururla oğluna “Göster amcalara pipini.” derken,
senin bir köşede bacakların sıkıca kapalı oturduğunu?
Nasıl anlatalım mesela, sokakta komşunun oğlu sünneti için
prens kostümüyle yanından geçerken, senin kanayan kadınlığını görmesinler diye
gazete kağıdına sarılmış siyah bir poşetin içindeki pedi arkana sakladığını?
Kaç genç kızın ergenliğinde yeni çıkmaya başlayan
göğüslerinden utandığı için kambur yürüdüğünü? Ya da eril toplumun güzellik
standartlarına uymadığı için kaç kadının vücuduyla barışık olmadığını?
Bedenin ya da yaşamın hakkında söz hakkının başkasında
olmasını nasıl anlatalım?
Oyuncak bebeklerle oynaması gereken yaşta kucağına kendi
bebeği verilen, çocukken kadın olmaya
zorlanan, bir eşya gibi başlık parasıyla alınıp satılan çocuk gelinlerden
bahsedelim mi mesela? Ünzile’nin kaç koyun ettiğinin hesabını, Ünzile’yi onun
yaşında doğuran anasına mı soralım?
Kadın kısmı okumaz, elinin hamuruyla erkek işine karışmaz, ulu
orta yerde kahkaha atmaz. Diyelim okuyabildi, o mesleği yapar bu mesleği
yapamaz. Bekara ev kiralanmaz. Hele bekar kadınsa, maazallah o eve kimlerin
girip çıkacağı hiç belli olmaz. Kadın mıdır kız mıdır bilinmez.
“Kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik
etmeyeceksin.“
“Babasıdır, kocasıdır, abisidir, amcasıdır, dayısıdır,
kadının yeri erinin yanıdır.”
“Döver de sever de, kol kırılır yen içinde kalır.”
“Ya benim olacaksın, ya toprağın” cümlesindeki tehditi,
sevdiğini öldürecek kadar sevmenin psikolojisini nasıl açıklayalım?
Bu cümlelerin yalnızca bedenimiz değil ruhumuzdaki kanatları
da kırdığını. Bir kadına atılan dayağın hepimize atılıp, edilen tecavüzün
hepimize edildiğini. Emine Bulut’un “Ölmek istemiyorum!” çığlığının tüm
kadınların çığlığı olduğunu…
Bu içselleştirmeyi, bu empatiyi size nasıl anlatalım?
Belki bir ümit çare bulunur diye tv programına bağlanıp,
döven eşinden kaçmak için annesine taşındığını itiraf eden kadını, “Evcilik mi
oynuyorsunuz siz? Dön kocanın yanına!” diye azarlayan güya din hocalarını ne
yapalım mesela? Aldatılan ya da dövülen kadın olduğu halde, yuvasına sahip
çıkamadığı için yine kadının suçlanmasını nasıl açıklayalım?
Çarpık zihniyetlerini din diye bize yutturmaya çalışan,
kendi nefsini kontrol edemiyor diye kadınları kara çarşaflara sokan, zorla
başını örttüren, kendi ayakları üstünde durursa otoritesi sarsılır, düzeni
bozulur diye okumasını, çalışmasını yasaklayan, kadını seks kölesi ve
hizmetçiden başka bir şey olarak görmeyen bu orta çağ algısını kaçıncı yüzyıla
gömelim?
Bir koca bulmak için birbirine giren genç kadınların ya da evin erkeğine yaptığı yemeği beğendirmek için bi taraflarını yırtan gelin ve kaynanaların yarıştığı programları ne yapalım mesela?
Peki, şiddetin her türlüsünü normalleştiren dizileri? Mafyatik dizi karakterlerine aşık olan genç kızlarımızı? Eğitimli, zengin ve seksi kadınların dizilerde kötü kadın olduğu, fakir ama fedakar aile kızlarınınsa beyaz jipli yakışıklı holding patronları tarafından kurtarıldığı senaryoları bize romantizm diye pazarlayanları ne yapalım?
Anamıza babamıza o saatte orada ne işleri vardı diye
sormamaları için günlük hayatımızda aldığımız önlemlerin kaç tanesini sıralayalım
size?
30 yaş üstü bekarsak kız kurusu, feministsek çirkin, mini
etek giymişsek kaşınıyor, küfredersek ağzımıza yakışmıyor. Sevişmezsek kezban,
sevişirsek yollu. Erkeğin elinin kiri olan şeyi kadın yaparsa zina, sonrası
namus cinayeti, sonrası iyi hal indirimi. Tecavüzse, rızası var. Şort giydiysek,
tahrik. Onların namus tanımıyla evinde otursan bile hiçbir sebep yokken,
dışarıdan gelen mutsuz kocanın nesiller boyu babadan oğula geçmiş bastırılmış
üzüntüden oluşan öfkesini, senin üstünden çıkartmayı kendinde hak görmesine nasıl
son verelim?
Size erkeklerin malı, emaneti ya da namusu olmadığımızı, namusun
iki bacağımızın arasında olmadığını nasıl ispat edelim?
Bütün bunlara rağmen pes etmediğimizi, savaşımız ve
gözyaşımız kadar, cesaretimiz ve kahkahamızın da bulaşıcı olduğunu…
Bir cinsin başka cinse egemen değil, eşit olduğu bir dünyada
yaşamayı hayal ettiğimizi…
Çocuk da yaparım kariyerdeki inadı, aile baskısına rağmen
okuyanları, her şeyi göze alıp sevdiğiyle olanları…
Ne hayattan, ne aşktan vazgeçmeyişimizi…
Anlatarak, paylaşarak, sanatla, eğitimle, bilimle, üreterek
birbirimize destek olmamızı…
Bu ortak hayal için çalışan herkesi kucaklayacak kadar
kalabalık olmamızı…
Bütün bunların altında yatan gücü, aslında ne kadar güçlü
olduğumuzu size nasıl anlatalım?
Nasıl anlatalım size kadın olmayı? Bu ülkede insan olmadan önce, kadın olmayı size nasıl anlatalım?