Pazartesi, Nisan 02, 2007

"küçük yerden yırtılmış kadınlar üstüne..."


Bir de küçük bir yerden büyük şehre gelmiş, kendine zar zor şehrin bir kıyısında yer açabilmiş, çoğunlukla sekreter, memur, hizmetli kadınlar vardır. Duruma göre ya sadece işlerini yapıp içlerine kapanırlar, ya da uzun ojeli tırnaklarıyla daha çok şey koparmak, yemek için o ünlü pastadan, habire konuşur, habire koşturur, didinip durur, yırtık kadın olurlar.

İkisi de o masumiyetlerinin içinde tehlike arz eder aslında. Biri, patlamaya hazır bir bombadır, diğeri de orada burada sürekli patlatıp bombasını, başlarına ve başkalarının başlarına iş açar...

Bu ikinci türden kadınlardan biri var hayatımda. O kadar çok ve boş konuşur ki, çünkü o kadar yalnızdır aslında. Evine değil, üstüne başına yatırır bütün maaşını. Sırf bende başardım al işte böyük şehir diye parasının karşılaması çok zor, sosyetik bir mahallede ve evde oturur.

Yalnızlığı onu patavatsız yapmış, çat kapı komşu aileye sığınır olmuştur. Siz kendi dertlerinizle uğraşırken, ona anlayamayacağı cümleler kurmaktan yorulursunuz gün be gün. Çünkü biliyorsunuzdur, o hep gene ısrarla aynı şeyi yapacaktır. Sıkılırsınız ondan. O kadar sıkılırsınız ki, bazen zil çaldığında kapıyı bile açmaz, telefonlarına çabuk yanıtlar verir, bir an evvel bu uygunsuz durumun bitmesini dilersiniz.

Halbuki o, cücelerin dünyasında yaşayan koca bir devdir, ya da zücaciye dükkanına girmiş bir fil... Pek güzel de değildir. Üstüne başına aldığı, şık sandığı kıyafetler onu iyice rüküş yapmakta, akşamları tek başına hırsla yediği koca bir tencere makarna, kendisini pahalılıkla saklamaya izin vermemektedir.

Hayat üzerine birkaç bir şey düşünmüş, ofisi asıl dünya sanmış, ayak oyunlarından nasıl sıyrılırım diye “Hürrem Sultan” falan okumuştur. Kendisine zarar vermesinler diye öyle bir kabuk bağlamıştır ki, belki de içindeki o küçük kasaba çiçeğini sevecek ve ona özlem duyan bir erkek, sırf bu kabuktan onu görememektedir. Ama o bunu fark etmez, dedim ya söyleseniz de fark etmez. Siz sinirlenirsiniz, sinirlendikçe reddedersiniz, reddettikçe o daha çok yalnızlaşır, siz daha çok bencilleşirsiniz.

Ama bir gün o haklı sebepleriniz onun attığı bir bombayla patlar...

Kapınıza bayram kutlaması için gelmiş, siz de onu anlamadan sadece başınızdan savmak niyetindesinizdir. İşte o hiç gelmeyecek sandığınız anda bu noktadır. Sizi anlamayan ve kırılgan gözler gelir o neşeli ve boş bakışların yerine... Sonra yalnızlığın ve reddedilmenin hiddeti bir çığlıkla, hızlı adımlarla evine çıkmaya başlar.

Siz öylece kalakalırsınız, suçluluk sarar her yanınızı, hemen bu duygudan kurtulmalısınızdır. Arkasından dönmesi için bağırırsınız ama o artık durmaz, duramaz. İşte, aslında hep istediğiniz şey olmuştur. Bir daha sizin o akıllı dünyanıza gelmeyecektir. Oh be... Değil midir?

Değildir, çünkü henüz tam olarak yabancılaşmadıysanız her şeye ve herkese, evinin kapısında bulursunuz kendinizi. Kızgın, öfkeli bir surat, bu yanlış anlaşılmadan kurtulmanız gereklidir. Siz duyarlı birisinizdir çünkü. Aman aman...

İşte kapı açıldığında ikinci bombayı patlatır yırtık kadın, her şey altüst olur, tüm dengeniz değişir. Çünkü karşıda kızgın bir surat yerine, ağlamaktan kızarmış gözler ve içine içine çekilen bir burun durmaktadır. Siz yine kalakalırsınız ve ardından ona bütün içtenliğinizle sadece sarılırsınız. Karma karışık ama bir o kadar basittir bu sahne...



Kasabanın incileri dökülmesin kentin sokaklarına, damlamasın ayaklarınıza olur mu?... Çünkü en yırtık kadın, en yaralı kadındır aslında, o kadar yırtıktır ki yaraları ve yalnızlığı taşıverir etrafa...

Hiç yorum yok: